Kapadokya
Kapadokya’yı anlamak için öncelikle coğrafik ve jeolojik olarak ne tür özellikleri olduğuna bakmakta fayda vardır. Coğrafik olarak yer aldığı bölge tarih boyunca birçok toplumun buralarda yerleşmesi kültürler oluşturması için oldukça uygun bir konum sağlar. Birçok eski medeniyete ev sahipliği yapan Kapadokya Hıristiyanlığın ilk döneminde Roma imparatorluğunun baskıları sonucunda eşsiz topoğrafik yapısı sayesinde önemli bir gizlenme ve yaşama alanı olmasını sağlamıştır.
Kapadokya Aksaray Tuz Gölü fayı ile Niğde Ecemiş fayı dahil Kayseri’ye kadar olan bölgeyi kapsar. Dünyada benzer topoğrafik bölgeler olmakla beraber Kapadokya bu konudaki en büyük alanlardan biridir. Kapadokya’yı eşsiz kılan özelliklerden biride diğer benzer bölgelerden farklı olarak insanlar tarafından bir yerleşim bölgesi olarak kullanılmasıdır.
Kapadokya’yı oluşturan birçok jeolojik etmenler arasında volkanik faaliyetler yani yanardağ püskürmeleri önemli bir yer tutar. 13.5 milyon yıl önce başlayan bu faaliyetler 9,5 yıl öncesinde Kaldera denilen geniş volkan ağızları ile püskürmüşlerdir. Bu kaldera denilen volkan ağızları çok geniştir ve süper volkan olarak tanımlanırlar. Bu patlamalar binlerce kilometrekare alanı etkilemiş ve sonucu olarak bölge önemli ölçüde tüf denilen 10 ila 15 metre yükseklikte volkanik atıklar ile kaplanmıştır. En son kaldera patlaması günümüzden 2.5 milyon yıl önce olmuştur. Daha sonra normal volkanik faaliyetler devam etmiş ve son olarak 10 bin yıl önce faaliyeti durmuştur. Bu tüf tabakası ve aynı zamanda bugünkü tuz gölü benzeri eski göllerin bu tabakanın etkisi ile yükselip kuruması düz yükseltilerin, platoların oluşmasına neden olmuştur. Volkanik faaliyetler bu düz platoların çatlamasına ve yağış ve rüzgarların uzun yıllar boyunca aşındırıcı etkisi Peribacalarının ve hatta tüm Ihlara vadisinin ana oluşum biçimidir. Şapkalı tabir edilen peribacaları en üstteki sert tabaka daha yavaş aşındığından bugünkü masalsı topoğrafik yapı oluşmuştur.
Kapadokya Tarihi
Kapadokya bölgesine ilk insan yerleşimlerinin tarihi Paleolitik döneme kadar uzanır. Paleolitik çağ son Buz Çağı sonrası Yontma Taş Devridir. Yaklaşık 10 bin yıl öncesine kadar uzanır. Göçebe topluluklardan sonra Hititler bu gölgede bilinen en eski yerleşik medeniyettir. Hititlerin M.Ö. 12. Yüzyılda çöküşü sonrasında geç Hititler, Asur ve Frigya etkileri ile bölgenin hakimleri olmuşlardır.
Topoğrafik yapı bölgenin yerleşim yeri olmasında barınma ihtiyacı için büyük avantajlar sağlamıştır. Mevcut arazi yapısı kolayca kazılarak şekillendirebilir ve bu sayede barınma ihtiyacı kolayca sağlanabilir. Bu kolaylık özellikle Hıristiyanlığın doğuşu sonrası Doğu Roma İmparatorluğunun baskısından kaçan ilk Hıristiyanlar tarafından başarı ile kullanılmış ve bölgede sadece basit oyma evler değil erzak depoları, mezarlar, barınma ticaret fonksiyonlarını içeren kompleks yapılara hatta birbirleri ile olan bağlantıları ile yer altı şehirleri oluşturmuştur. Şüphesiz bu bulunması kolay olmayan yerleşim birimleri tarihin ilk yer altı kiliselerine de ev sahipliği yapmıştır.
M.Ö 6. Yüzyıla kadar devam eden Geç Hititler dönemi Perslerin bölgeyi işgal etmeleri ile bitmiştir. Kapadokya ismini Pers dilinden almıştır ve Kapadokya bu dilde Güzel Atlar Ülkesi demektir. Büyük İskender’in yolu M.Ö 332 yılında Kapadokya’dan geçer. Büyük İskender bu bölgede ciddi bir direnç ile karşılaşır ve bu dönem sonunda Kapadokya Krallığı kurulur. Bölgedeki güç dengesi Roma İmparatorluğunun bu bölgede başlayan etkisi ile Kapadokya krallığını tam bağımsız olmasını engeller ve Kapadokya Krallığı Roma İmparatorluğunun kontrolünde yaşar. Tarihler M.S yı gösterdiğinde Kapadokya Krallığı artık tam bir Roma Eyaletine dönüşür.
Roma döneminde doğan Hıristiyanlık 3. Yüzyıldan sonra doğum yeri olan Filistin bölgesindeki baskılar nedeni ile Kapadokya bölgesine doğru göç eder. Her ne kadar Bölge Romanın bir eyaleti olsa da burada Romanın askeri yapısının gevşek olması ama daha da önemlisi eşsiz topoğrafik yapısı ile yapılan yer altı yerleşimleri ile Hıristiyanlık bu bölgede kök salmaya başlar. Yaşadıkları bölgede hem gizlenme hem de savunma kolayıdır. Kendilerini güvende hisseden Hıristiyan yerleşimciler kendi şehirlerini ve kiliselerini ve manastırlarını kurarlar.
8.yüzyılda bölge Arapların bu Hıristiyan bölgeye doğru yaptıkları akınlar ve akınlardan etkilenip kaçan diğer Hıristiyanlar Kapadokya’ya gelirler. Kilise ve Manastırlar bu yeni Hıristiyan göçünden etkilenerek daha farlı kiliselerin oluşmasına neden olmuştur.